27 Kasım 2012 Salı

Portishead - Third (Album)

İngiltere'nin Bristol kasabasının Massive Attack ve Tricky'den sonra dünyaya kazandırdığı bir önemli grupta Portishead'di. 1994 yılında grup ilk albümü 'Dummy'yi yayınladıktan sonra albüm kısa süre sonra klasikler arasına girmişti bile. Grubun trip-hop yapılı müziğinin üzerine Beth Gibbons'ın hüzünlü ve kırılgan vokalleri eklenince ortaya gerçekten de ilginç ve değişik bir çalışma çıkmıştı. Grup uzun süreli sessizliğinin ardından 1998 yılında kendi adlarını taşıyan ikinci albümünü de yayınlmıştı. Bu albüm ilki kadar ses getirmemişti, ancak grubun yerini sağlamlaştımıştı. Bir sene sonra Live In Roseland isimli New York flarmoni orkestrası ile birlikte kaydettikleri canlı albümleri ise olağanüstüydü. Aradan geçen yıllarda pek çok albüm dinledik, o Dummy'de yakaladıkları karanlık, depresif ve klostrofobik havayı bir daha hiç bir albümde bulamadık. Zaman zaman Nick Cave, REM ya da Godsepeed You!Balck Emperror'da yaklaşsakda tam olmadı, bu yüzden özellikle Dummy olmak üzere önceki Portishead albümlerine döndük hep..

Taa ki 2008 yılına kadar..

2008 yılının bahar aylarının ortasında Portishead üçüncü albümleri olan 'Third' ü yayınladı..

Aradan yıllar geçmişti ve yeni bir müzik kitlesi, dinleyicisi ve tarzları çıkmıştı. Dummy ise klasikleşmişler arasında yerini almıştı. Third'ün durumu ne olacaktı? Bize bir şeyler verebilecek miydi? Yoksa eskileri mi tekrarlayacaklardı?

İlk dinleyişte Third ile iletişim kurmak hiç te kolay değildi. Belli ki Third sabır istiyordu. Beth, Dummy'de çok kırılgan, Portishead'de saldırgandı. Bu albümde ise değişikti; isyankar, vazgeçmiş, pes etmiş, yakaran..Tarifi zordu. Grup üyeleri ise çok iyi kullandıkları elektronik aletlerle değişik bir denge kurmaya çalışıyor gibiydiler; sesler zaman zaman saldırıya geçiyor, adeta Beth'in haykırışlarına karşı geliyorlar, onun yerini almak istiyorlar ya da belki sadece cevap veriyorlardı.

Albüm bir ikilem göstergesiydi: insan makineye karşı, hassasiyet saldırganlığa karşı, ses gürültüye karşı ve en önemlisi insan Tanrı'ya karşı. Bu ikilem, çapraz bir yapıydı ve en sert 'Machine Gun'da göze (daha çok kulağa) çarpıyordu. Third'ü dinledikçe kulağın yetersizliği ortaya çıkıyordu, albümdeki teknik yapı için beyin ve hisleri anlamak içinde kalp de gerekiyordu. Third hislerinizin tümüne birden hükmetmek istiyordu sanki. Paylaşmak istediği yoğun duygu selini bizlere hissetirebilmek için bizi adeta zorluyordu.

Girişin ismi 'Silence'. Albüm Portekizce bir dize ile başlıyor. Sonra ritm ve gitarlar devreye giriyor. Uzun bir girişten sonra Beth devreye giriyor. Sesindeki hissiyattan etkilenmemek mümkün değil. Sonra tekrar gitar sırayı alıyor ve Beth'i saf dışı bırakıyor, cevap verircesine. Gitar gitgide kuvvetleniyor, aynı melodi ile. Sonra tam doruk noktasında hiç bir uyarı vermeksizin şarkı duruyor. 'Silence' bitti. 'Silence' albümde karşımıza gelecek olan sarsıcı olayların habercisi. Hemen arkasından müzik yumuşuyor.

'Hunter', Mazzy Star'ın ilk dönem şarkıları gibi. Beh fısıldıyor, müzik ağır ama sonda aniden bastıran hafif davul ve şarkının tümü bizi çoktan içinden çıkılmaz bir girdaba sürüklemek üzere. Ruhun geri dönülemez karanlık girdapları. Kara delikler.

'Nylon Smile' ilginç ritmi ile bize biraz soluk veriyor. Ama bir önceki şarkılardaki duygu sellerini arıyor ruhumuz.

Albümün en yavaş ve en melodik şarkısı 'RIP' başladığında hafif ve hüzünlü bir şarkı ile başbaşa kalıyoruz. Şarkının yumuşak havasının bir tuzak olduğunu 'wild horses, won't you carry me away..' dizeleri ile birlikte anlıyoruz. Girdaba farkında olmadan ama hiç bir itirazımız olmadan dalıyoruz.

'RIP'in etkisi üzerimizden düşemeden (ki bir daha asla düşmeyecek) 'Plastic' başlıyor. Plastic albümün havasını özetliyor: makinelerin ani saldırısı ve adara Beth'in yakarış tasdındaki vokali.

Sıra 'We Carry On'da. İki eşit parçadan oluşan ve seksenlerin elektronik alt yapılı (hatta Kraftwerk) havası ile Beth hayatı ve varoluşu sorgulamaya devam ediyor, ancak bu durumu kabulleniş her halinden belli. Nakaratta çıkışı yapan Beth değil gitarlar.

'Deep Waters' nerdeyse aküstik, çok kısa süren, ritmsiz, Amerikan country'lerini andıran bir parça. Hafifliği yine bir tuzak, isminden belli zaten: deep waters.

Hemen arkasından sessizlik fena halde bozuluyor ve makineler saldırıya geçiyor: 'Machine Gun'. Fonda güçlü elektronik ritm ve acımasız sesler, önde (belki de tam tersi!) Beth konuya tamamen zıt bir tonda vokal yapıyor. Bu zıtlık beyinde gerçekten değişik bir etki yaratıyor.

Third hiç acıması olmadığını 'Small' ile göstermeye devam ediyor. Şu ana kadar yeterince depresif olduğunu düşünyorsanız fena halde yanıldınız. 'Small' gerek yapısı, gerek nakaratlerı ve sözleri ile '..hating the Lord..' dipsiz kuyunun diplerine bizi çekiyor ve hatta fırlatıp atıyor.

'Magic Doors' albümün tüm özelliklerini taşısa da daha önceden duyduk galiba havasındaki yapısnın da etkisi ile bize tekrar hafif bir soluk aldırıyor. Sadece hafif bir soluk.

Sıra sona geldiğinde neyle karşılaşacığımız konusunda bir fikrimiz varmış gibi gelse de, 'Threads' hazırlıklı olunacak cinsten değil. 'Over' ve 'Glory Box' karışımı gibi başlayan 'Treads', nakaratla birlikte ölümcül vuruşun geleceği sinyali de geliyor... 'always so unsure' bu sözleri durumu özetlemeye yetiyor zaten..'Threads', şarkının sonlarında Beth'in adete Tanrıya yakarış, isyan ve haykırması ile tavan yapıyor. Ancak şarkı gitar/makinenin buz gibi ölüm sirenlerini andıran ve Beth'in haykırışlarını kesen ürpertici sesleri ile kesilerek buz gibi sona eriyor.

Albüm bittiği vakit beyin daha nerde olduğunu ne durumda olduğunu anlamaya fırsat bulamadan biraz evvel hissettiklerini tekrar tekrar hissetmek için duyduğu melodileri tekrarlıyor ve onları tekrar duyabilmek için israrlı bir baskı yapıyor. Tıpkı madde bağımlılığı gibi..

Third, bazıları tarafından beğenilmese de, Dummy'den düşük olduğu söylemse de Potishead'i unutulnaz gruplar arasına sokuyor, Third'ü tarihin en psychedelic albümü yapıyor ve söylenecek bir söz kalmadığını düşünenlere daha söylenecek çok çok şey olduğunu adeta haykırıyor.

Acı, hiç bir zaman bu kadar müthiş ve zevkli olmamıştı. Kısaca Third bunca yıl beklediğimize fazlasıyla değen bir başyapıt.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder