İngiltere'nin Bristol kasabasının Massive Attack ve Tricky'den sonra dünyaya kazandırdığı bir önemli grupta Portishead'di. 1994 yılında grup ilk albümü 'Dummy'yi yayınladıktan sonra albüm kısa süre sonra klasikler arasına girmişti bile. Grubun trip-hop yapılı müziğinin üzerine Beth Gibbons'ın hüzünlü ve kırılgan vokalleri eklenince ortaya gerçekten de ilginç ve değişik bir çalışma çıkmıştı. Grup uzun süreli sessizliğinin ardından 1998 yılında kendi adlarını taşıyan ikinci albümünü de yayınlmıştı. Bu albüm ilki kadar ses getirmemişti, ancak grubun yerini sağlamlaştımıştı. Bir sene sonra Live In Roseland isimli New York flarmoni orkestrası ile birlikte kaydettikleri canlı albümleri ise olağanüstüydü. Aradan geçen yıllarda pek çok albüm dinledik, o Dummy'de yakaladıkları karanlık, depresif ve klostrofobik havayı bir daha hiç bir albümde bulamadık. Zaman zaman Nick Cave, REM ya da Godsepeed You!Balck Emperror'da yaklaşsakda tam olmadı, bu yüzden özellikle Dummy olmak üzere önceki Portishead albümlerine döndük hep..
Taa ki 2008 yılına kadar..
2008 yılının bahar aylarının ortasında Portishead üçüncü albümleri olan 'Third' ü yayınladı..
Aradan yıllar geçmişti ve yeni bir müzik kitlesi, dinleyicisi ve tarzları çıkmıştı. Dummy ise klasikleşmişler arasında yerini almıştı. Third'ün durumu ne olacaktı? Bize bir şeyler verebilecek miydi? Yoksa eskileri mi tekrarlayacaklardı?
İlk dinleyişte Third ile iletişim kurmak hiç te kolay değildi. Belli ki Third sabır istiyordu. Beth, Dummy'de çok kırılgan, Portishead'de saldırgandı. Bu albümde ise değişikti; isyankar, vazgeçmiş, pes etmiş, yakaran..Tarifi zordu. Grup üyeleri ise çok iyi kullandıkları elektronik aletlerle değişik bir denge kurmaya çalışıyor gibiydiler; sesler zaman zaman saldırıya geçiyor, adeta Beth'in haykırışlarına karşı geliyorlar, onun yerini almak istiyorlar ya da belki sadece cevap veriyorlardı.
Albüm bir ikilem göstergesiydi: insan makineye karşı, hassasiyet saldırganlığa karşı, ses gürültüye karşı ve en önemlisi insan Tanrı'ya karşı. Bu ikilem, çapraz bir yapıydı ve en sert 'Machine Gun'da göze (daha çok kulağa) çarpıyordu. Third'ü dinledikçe kulağın yetersizliği ortaya çıkıyordu, albümdeki teknik yapı için beyin ve hisleri anlamak içinde kalp de gerekiyordu. Third hislerinizin tümüne birden hükmetmek istiyordu sanki. Paylaşmak istediği yoğun duygu selini bizlere hissetirebilmek için bizi adeta zorluyordu.
Girişin ismi 'Silence'. Albüm Portekizce bir dize ile başlıyor. Sonra ritm ve gitarlar devreye giriyor. Uzun bir girişten sonra Beth devreye giriyor. Sesindeki hissiyattan etkilenmemek mümkün değil. Sonra tekrar gitar sırayı alıyor ve Beth'i saf dışı bırakıyor, cevap verircesine. Gitar gitgide kuvvetleniyor, aynı melodi ile. Sonra tam doruk noktasında hiç bir uyarı vermeksizin şarkı duruyor. 'Silence' bitti. 'Silence' albümde karşımıza gelecek olan sarsıcı olayların habercisi. Hemen arkasından müzik yumuşuyor.
'Hunter', Mazzy Star'ın ilk dönem şarkıları gibi. Beh fısıldıyor, müzik ağır ama sonda aniden bastıran hafif davul ve şarkının tümü bizi çoktan içinden çıkılmaz bir girdaba sürüklemek üzere. Ruhun geri dönülemez karanlık girdapları. Kara delikler.
'Nylon Smile' ilginç ritmi ile bize biraz soluk veriyor. Ama bir önceki şarkılardaki duygu sellerini arıyor ruhumuz.
Albümün en yavaş ve en melodik şarkısı 'RIP' başladığında hafif ve hüzünlü bir şarkı ile başbaşa kalıyoruz. Şarkının yumuşak havasının bir tuzak olduğunu 'wild horses, won't you carry me away..' dizeleri ile birlikte anlıyoruz. Girdaba farkında olmadan ama hiç bir itirazımız olmadan dalıyoruz.
'RIP'in etkisi üzerimizden düşemeden (ki bir daha asla düşmeyecek) 'Plastic' başlıyor. Plastic albümün havasını özetliyor: makinelerin ani saldırısı ve adara Beth'in yakarış tasdındaki vokali.
Sıra 'We Carry On'da. İki eşit parçadan oluşan ve seksenlerin elektronik alt yapılı (hatta Kraftwerk) havası ile Beth hayatı ve varoluşu sorgulamaya devam ediyor, ancak bu durumu kabulleniş her halinden belli. Nakaratta çıkışı yapan Beth değil gitarlar.
'Deep Waters' nerdeyse aküstik, çok kısa süren, ritmsiz, Amerikan country'lerini andıran bir parça. Hafifliği yine bir tuzak, isminden belli zaten: deep waters.
Hemen arkasından sessizlik fena halde bozuluyor ve makineler saldırıya geçiyor: 'Machine Gun'. Fonda güçlü elektronik ritm ve acımasız sesler, önde (belki de tam tersi!) Beth konuya tamamen zıt bir tonda vokal yapıyor. Bu zıtlık beyinde gerçekten değişik bir etki yaratıyor.
Third hiç acıması olmadığını 'Small' ile göstermeye devam ediyor. Şu ana kadar yeterince depresif olduğunu düşünyorsanız fena halde yanıldınız. 'Small' gerek yapısı, gerek nakaratlerı ve sözleri ile '..hating the Lord..' dipsiz kuyunun diplerine bizi çekiyor ve hatta fırlatıp atıyor.
'Magic Doors' albümün tüm özelliklerini taşısa da daha önceden duyduk galiba havasındaki yapısnın da etkisi ile bize tekrar hafif bir soluk aldırıyor. Sadece hafif bir soluk.
Sıra sona geldiğinde neyle karşılaşacığımız konusunda bir fikrimiz varmış gibi gelse de, 'Threads' hazırlıklı olunacak cinsten değil. 'Over' ve 'Glory Box' karışımı gibi başlayan 'Treads', nakaratla birlikte ölümcül vuruşun geleceği sinyali de geliyor... 'always so unsure' bu sözleri durumu özetlemeye yetiyor zaten..'Threads', şarkının sonlarında Beth'in adete Tanrıya yakarış, isyan ve haykırması ile tavan yapıyor. Ancak şarkı gitar/makinenin buz gibi ölüm sirenlerini andıran ve Beth'in haykırışlarını kesen ürpertici sesleri ile kesilerek buz gibi sona eriyor.
Albüm bittiği vakit beyin daha nerde olduğunu ne durumda olduğunu anlamaya fırsat bulamadan biraz evvel hissettiklerini tekrar tekrar hissetmek için duyduğu melodileri tekrarlıyor ve onları tekrar duyabilmek için israrlı bir baskı yapıyor. Tıpkı madde bağımlılığı gibi..
Third, bazıları tarafından beğenilmese de, Dummy'den düşük olduğu söylemse de Potishead'i unutulnaz gruplar arasına sokuyor, Third'ü tarihin en psychedelic albümü yapıyor ve söylenecek bir söz kalmadığını düşünenlere daha söylenecek çok çok şey olduğunu adeta haykırıyor.
Acı, hiç bir zaman bu kadar müthiş ve zevkli olmamıştı. Kısaca Third bunca yıl beklediğimize fazlasıyla değen bir başyapıt.
27 Kasım 2012 Salı
Finans Müdürü ile SMMM arasındaki fark (ya da niçin Finans Müdürü SMMM olmak zorunda değildir?)
Finans ve Muhasebe günümüzde gittikçe önem kazanan kurumlar. Özellikle bankalar krizi, Emron skandalı, finansal kriz derken bu öğelerin aslında hem ekonomik hemde sosyal anlamda hiçte yabana atılmaması gereken öğeler olduğu her gün biraz daha ortaya çıkıyor. Finans ve Muhasebe , Finansal Yönetim dediğimiz olgunun değişmez ve birbiri ile sıkı fıkı kaynaşmış iki ayrılamaz parçası. Temelde muhasebe, yapılan mali işlemlerin kayıt altına alnmasını sağlayan, finans ise bunlar üzerine raporlama ve analiz yapan 'bilim/birim''ler. Muhasebe mutfaktaki malzemeleri hazırlıyor, finans ise pişirip servise hazır yemek haline getiriyor ve servis ediyor.
Muhasebe, kayıtların olması gerektiği şekilde işlenmesini sağlayan sistem. Yaptığınız işlemler nereye ve nasıl kayıt edilecek, temel işlevi bu. Bunun için borç/alacak (debit/credit) denen iki ayaklı bir sistem kullanılıyor. Bir yere borç giderse aynı miktarda da alacak diğer tarafa girmesi gerekiyor. Borç /Aktif kalemleri varlık (asset) yani elde edilen öğeler..Alacak/Pasif kalemleri ise Kaynak (Liability) ve Özkaynak (Equity) yani varlık almanızı sağlayan kalemler..Tabii ki olay bu kadar basit değil. Hangi işlemi yaparken hangi aktif yada pasif hesabın ve bunlar altındaki alt hesapların ne şekilde kullanılacağı ise ayrı bir uzmanlık istiyor. Genelde bu işin ustası olarak görülenler ise muhasebeciler ve onlarında bir üstü olan mali müşavirler. Ya da SMMM ve YMMM'ler. Bu kişiler aynı zamanda yasal mevzuatları da takip ederek kayıt işlemlertinin yasalara uygun hale gelmesini sağlıyorlar ve şirketlerin/yapıların yasal düzenlemelerini de hazırlıyorlar. Bunlarda olayın vergi ve beyan kısımına karşılık geliyor. Vereceğiniz beyan ve ödeyeceğiniz vergi ise temel muhasebe kuralları çerçevesinde işlenmiş hesaplarınızdan oluşuyor. Bu hesapların hepsine Mizan, bu hesaplarda oluşan Aktif/Pasif ya da Varlık/Kaynak ilişkisini gösteren ve birbirine eşit olması gereken tabloya da Bilanço ismi veriliyor. Aynı zamanda vereceğiniz 'Gelir Vergisini' ne esas teşkil edecek olan bir de Kar Zarar Tablosu var.
Buraya kadar güzel. Peki finans ne yapıyor? Ya da finans bu işin neresinde?
Muhasebe ve/veya SMMM'nin yasal çerçevede yapmış olduğu kayıtlar çerçevesinde oluşan mizan, bilanço ve kar zarar tablolarından oluşan malzemelerle yemeği pişirme işi de finans'a ait. Ne demek yemek pişirmek? Zaten beyan verilirken yemek pişmemişmiydi?
Hayır. Yapılan sadece 'yasal' çerçevede bir hazırlıktı. Ya da yemek için tüm malzemelerin hazırlanmasıydı. Hangi malzeme, ne kadar gerekecek, hangisi sağlıklı , bunlar hazırlandı. Şimdi yemek pişirme ve sunma zamanı..
Finans, muhasebe tarafından işlenmiş olan verilerden sonuçlar çıkarmak, bunlar üzerine gelecek ile ilgili yorumlar yapmak üzerine kurulmuştur. Nedir bu yorumlar? Bütçenin hazırlanması, nakit akışının uzun vadeli kontrolü, yatırım kararları için yatırım çalışması yapılması, kar ve zararın ayrıntılı analizleri- bütçe ve/veya geçmiş yıllarla olan kıyaslaması, çeşitli alt-analizler, rasyo (oran) hesaplamaları ve şirketin mali profilinin ve sağlığının çıkarılması vb. Bu çalışma aynı zamanda şirkertin bir nevi sağlık kontrolünden yani check-up'tan geçmesini sağlar.
Finans, Finansal ve Yönetim Raporlamaları denen tablolar kullanarak, şirketin finansal durumunu ortaya çıkarır ki şirketin nerede iyi, nerede hatalı olduğunu, ne yapması yada ne yapmaması gerektiğini gösterir. Aynı zamanda gelecek zamanda nerede olacağının da sinyallerini verir. Yönetim kararları alınırken bakılması gereken en temel veriler bu söz konusu finansal raporlardır. Alınacak kredi, yapılacak yatırım, maliyetlerin ne şekilde kontrol edilmesi gerektiği, satışlarda-ürünlerde ne şekilde bir strateji izlenmesi gerekeceği, önümüzdeki dönemde dikkat edilmesi gereken bu tüm hayati hususlar, finansal ve onların türevi olan yönetim raporlamalarına ve onların sağlıklı analizlerine bağlıdır.
Dolayısı ile Finans ve Muhasebe birbiri ile sıkı sıkıya bağlı, ayrılamaz ama aynı zamanda da birbirinden tamamen farklı iki branştır. Muhasebe ve yasal mevzuat kısmının şefi SMMM (ya da YMMM) ise finans kısmının ise şefi/ahçısı Finans Müdürü'dür. Görüldüğü üzere Finans Müdürü yapısı gereği bir SMMM olmak zorunda değildir. İkisi birbirini besleyen ortak yaşamlı bir bütünü oluşturan farklı kişilerdir. Bir SMMM'den finans müdürlüğü ya da finans müdüründen SMMM'lik beklemek ise bir hatadır; bu yapılacak işin verimli olamamasını da beraberinde getirecektir. SMMM daha çok yasal mevzuatları takip eder, muhasebeki ince teknik ayrıntılarla uğraşır, beyanların üzerine yoğunlaşır. Finans Müdürü ise şirketin geleceği ve sağlığı için finansal verileri tablolar halinde yorumlar vu bunların üzerine yoğunlaşır.
Ülkemizde şu ana kadar finansın önemi pek dikkate alınmıyordu. Çoğunlukla muhasebe tutulmasının temel sebebi yasal zorunluluk ve beyan/vergi verme yükümlülüğü idi. Halen muhasebesini dışarıdan mali müşavirlere tutturan ve bunu angarya gören bir zihniyet mecvuttur, ancak bu anlayış yavaş yavaşta olsa değişmektedir. Zaten yeni çıkacak ve uygulamaya geçecek olan TFRS ile şirketler finansal açıdan kendi kontrollerini yapmaya, denetime açık olmaya zorlanacaklardır. Bu hem kendileri için (zorla doktora götürülmek gibi) iyi olacak, hem de şirket ve kurumların şeffaflaşarak mali tablolarını sadece beyan değil, kendi yapısal dengeleri içinde kendi kendilerini anlayabilecekleri ve anlatabilecekleri tablolara dönüştürmelerini sağlayacaktır.
Bu yüzden ortaya güzel ve adam gibi bir yemek çıkması için SMMM ve Finans Müdür'lüklerinin birbiri ile sıkıca bağlı ama aslında iki ayrı branş olduklarını hatırlayalım ve iki tarafa da gerekli önemi verelim.
Afiyet olsun!
Çakıltaşları (Pebble Stones)
Çakıltaşları doğanın mucizelerinden biridir. Genellikle su kıyılarında (deniz, akarsu gibi) bulunurlar ve bulundukları yerde toplu olarak bulunurlar. Genellikle suyun gücü le buraya taşınmış, sürtünme ile küçülmüşlerdir. Diğer taşlardan farkları renk, desen ve şekillerinin güzelliğidir. Sudan çıkıp kurudukları vakit renklerini kaybederler. Tekrar suya kavuştuklarında güzellikleri yine ortaya çıkar.
Çakıltaşları dekorasyon malzemesi olarak çok yaygın kullanılmaktadır, hatta ticareti günümüzün (deniz kabukları ile birlikte) önemli sektörlerinden biridir. Süsleme aksesuarı olmasının yanı sıra parlatılarak ya da cilalanarak ta satılmaktadır.
Çakıltaşlarının ayrıca pek çok tedavi edici etkisi olduğu da söylenmektedir. Çakıltaşını ellemenin ya da çakıltaşlarını yakında tutmanın pek çok olumlu psikolojik etkisi vardır. Bu özelliği de onun ticari olarak bir diğer özelliğidir.
Çakıltaşları ayrıca çok tercih edilen bir kolleksiyon malzemesidir. Çakıltaşları susuz ortamlarda renk ve desenlerini göstermedikleri için ya su içinde ya da cilalanıp/parlatılarak saklanırlar. Su içinde uzun süre kaldıkları zaman organik yanları olduğu için yosunlanırlar, bu sebepten dolayı suyun sık sık değiştirilmesi, taşlarında yıkanıp silinmesi gerekir.
Bir diğer saklama biçimi ise cilalanmasıdır. Genellikle kullanılan yöntem taşların imce bir fırça ile verniklenmesidir. Vernik yat verniği türünde çok kaliteli ve şeffaf olmalıdır. Taşın önce bir yüzü verniklenmeli, kuruduktan sonra da diğer yüzü verniklenmelidir.
Parlatma yönetimi taşı saklamanın en güzel yöntemidir ancak çok kolay değildir. Bunun için bir parlatıcı/zımpara makinesine ihtiyaç vardır. Bu makineler her yerde bulunan makineler değildir ve ancak bu işi profesyonel (ya da amatör) olarak yapan kişi/yerlerde bulunur.
Bu makinelere 'stone tumbler' denmektedir ve çeşitli modelleri vardır. Amatör ve küçük modelleri olduğu gibi daha profesyonel ve ticari amaçlı kullanılan modelleri de mevcuttur. Genelde içlerine su konarak çalışırlar; zira amaç sürtünme ile taşı cilalı hale getirmektir. Bu işlem yapılırken genelde taşların ayıklanması gerekir; yumuşak ve yuvarlak hatlı taşlar seçilir. Sert şekilli saçlardan iyi sonuç alınamaz. Makinede cilanlanmış/parlatılmış taşlar daima cilalı ve parlak kalırlar ve çok güzel görünürler.
Çakıltaşları incelendikleri vakit gerçekten de çok nadir bulunan, narin, güzel ve nefis parçalardır. Adeta bir usta tarafından verilmiş şekilleri, birbirinden ilginç desenleri, göz kamaştırıcı renleri vardır. Bu yüzden çakıltaşı toplamak, onları ellemek, onlarla uğraşmak, onların kolleksiyonunu yapmak gerçektende çok güzel, rahatlatıcı bir uğraştır.
YAKIN GELECEĞİN EĞİLİMLERİ
1. TARIM
Evet..Yanlış değil: doğru. Tarım. İnsanlık tarihinin en eski mesleği. Sanayileşme, şehirleşme derken önemini unutmaya başladığımız ama son yıllarda artan nufüs, bozulan çevre, GDO'lar derken önemini tekrar hatırlamaya çalıştığımız Tarım. İnsanın temel ihtiyacı olan besini sağladığı en önemli 2 sektörden biri (diğeri de hayvancılık). Bugün organik tarım, seracılık bir anda çok önem kazanan değerler haline geldiler. Küresel ısınma, su sorunları, erozyon, verimli toprakların yanlış kullanılması, şehirlerin-sanayinin ve madenciliğin olumsuz etkileri bir araya gelince toprak ananın bize sunduğu nimetlerin ne kadar önemli olduğunu tekrar fark ettik. Çok yakın bir zamanda tarım arazileri, orman arazileri şehirlerden çok daha fazla değer kazanacak: çünkü bu araziler doğurgan. Dünya nüfusunun artış hızını da baz alacak olursak gerçek bir organik sebze/meyve bulmak gittikçe zorlaşacak. Planlamasını iyi yapan kurum/ülkeler şimdiden tarım ve ormancılığa büyük yatırım yapmaya ve kaybettikleri verimli toprakları geri kazanmaya başladılar bile. İnsanlar bile kendilerine ait bir toprak istiyorlar ki bu insan doğasının en önemli gereksinimlerinden. Teknolojinin de yardımıyla tarım artık gittikçe daha kolaylaşıyor ve profesyonelleşiyor. Eski tip tarımın yerini profesyonel tarım almaya başlıyor. İster organik tarım olsun, ister seracılık olsun, ister ormancılık ya da bağcılık olsun, bilinçli tarım daha çok ve verimli yiyecek, daha temiz bir çevre ve aynı zamanda insan psikolojisi üzerinde daha iyi bir etki demektir.
2. YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAKLARI
Fosil ürünleri sanayileşmenin başında bize çok yardımcı oldular, o tartışılmaz. Ancak artık devirleri sona erdi. Petrol ürünlerinin dünyaya yaptıkları ortada: çevre kirliliği, küresel ısınma gibi doğaya zarar vermeleri yetmezmiş gibi petrol ürünleri uğruna yapılan savaşlarda cabası. Büyük karteller bu işi kolay kolay bırakmak istemeseler de (yan sanayi ile beraber: araba endüstrisi gibi) artık yenilenebilir enerji kaynaklarına ilgi, talep ve mecburiyet çığ gibi artıyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarından kastımız nükleer kesinlikle değildir, HES'de değildir. Bahsedilen temiz, doğaya uyumlu ve çevreye zarar vermeyen sistemlerdir. Güneş, rüzgâr ve deniz dalgaları enerjilerinin kullanımı gibi. Rüzgar panelleri daha çok büyük ölçekli yapılmaktadır bu yüzden kurulumu ve kullanımı açısından güneş panel sistemleri çok yakın bir zamanda her yerde görmeye başlayacağımız bir ürün olacak. Talep hızla artıyor hatta arz talebe yetişmekte zorlanmak üzere. Yatırımcılar için şahane bir pazar. Kişisel olarak kurulabileceği gibi, daha büyük kompleksler için de kurulabiliyor. Henüz yolun başındayız ancak 5 yıl içerisinde inanılmaz gelişmelere tanık olacağız. Tek sorun akülerle ilgili..Akülerinde bu sisteme uyum sağlayacak şekilde yenilenebilir ve uzun ömürlü tasarlanması gerekiyor.
3. KÜÇÜK ÇEVRECİ VASITALAR
Şehirlerin sürekli büyümesi ve nüfus artışı ile şehirlerde ulaşım gitgide içinde çıklımaz hale geliyor. Buna rağmen trafiğe çıkan araba sayısı da artıyor. Arabaların yaktıkları petrol ürünlerinden doğan kirlilik ve yarattığı tehlikeli sıcaklık da cabası. Arabalar şehir için çok büyük; kapladıkları alan çok fazla. Trafikteki arabaların yaklaşık %55'i tek kişilik. Bu toplu araç kullananların da haklarının ihlali demek aslında. Bu arabaların daha seri hareket edebilen ve küçük modellerinin yollarda gezdiğini düşünün. Çok daha az yer kaplayacaklar, daha rahat hareket edebileceklerdir. Dolayısı ile trafik %60 oranında azalacaktır. Ayrıca elektrikli şarj edilebilen ya da kısmen güneş paneli ile de şarj edilebilecek arabalar çok daha ekonomik avantaj sağlayacak, en önemlisi de çevreyi kirletmeyecektir. Burada sadece arabalardan bahsetmek hata olur: nispeten daha düz şehirlerde bisiklet çok yaygınlaşmaktadır. Ayrıca yeni elektrikli/akülü bisiklet modelleri de motosikletlere yakın bir avantaj sağlamaktadır. Bisiklet aynı zamanda daha sağlıklı ve çok da eğlenceli bir araçtır.
4. BAĞIMSIZ SOSYAL MEDYA
YouTube'ın başlattığı 'Broadcast Yourself' yani kendini tanıt/kendini yayınla prensibi ile başlayan, Twitter'da sesini duyurmaya çalışma akımından başlayan süreç, artık kişilerin/bireylerin toplum ve dünyada söz söyleme haklarının olduğu ve dinlendiklerini ortaya koydu. Bu sayede insanlar bloglar, kişisel siteler vb. sayesinde hem seslerini duyurmaya başladılar hem de yeni sesler duymaya başladılar. Eskiden 'mainstream' yani ana akım medyanın elinde olan habercilik ve yorumculuk bu tekelden çıkıp serbestleşmeye ve yayılmaya başladı. Artık bağımsız medya denilen bir olgu var ve bu çok daha fazla ilgi görüp ses çıkarıyor. Çok yakın bir zamanda ana akım medya ve habercilik klişelerden öteye gidemeyerek soluklaşacak ve yerini değişik seslerin aldığı ortak paylaşımcılı bir sosyal bağımsız medya sistemi alacak. Bu pek çok totaliter sistem/ülke ve kuruluş için bir kabus olacak ki zaten bazıları çoktan internete sansürler getirmeye çalışıyorlar ancak bu olanaksız. Su taşmaya başladı bile ve duvarların ve barajların onu durdurması mümkün değil. Ekonomistler bile artık reklamların büyük ölçüde bu bağımsız kanallara doğru kaydığı konusunda hem fikirler.
5. BİREYSELLİK/KİŞİSEL BAĞIMSIZLIK
Yeni nesil değişik. Artık kimse katı kurallara boyun eğmek istemiyor. Sisteme inanç kalmadı. İnsanlar sosyal medya ve internet sayesinde çok daha bilinçliler. İnsanlar birey olmak istiyor, haklarına çok daha fazla sahip çıkıyorlar. Occupy Wall Street, Greenpeace eylemleri gibi gençlerin susmaya hiç niyetleri yok. Her ne kadar hükümetler/karteller/totaliter rejimler güvenlik ve terör bahanesi ile kişi mahremiyetlerini delip kişinin her türlü haklarına saldırsalar da bu da çözüm olmayacak, aksine savaşı kızdıracak. Bu haklarını korumak isteyen bireylerle herkesi gözetlemeye ve fişlemeye çalışan Orwell'in 1984 rejimi arasındaki amansız bir mücadele başladı ve gitgide yayılacak. Ta ki biri pes edinceye kadar.
6. SÜPER AKILLI SİSTEMLER
Bilim kurgu filmlerinin vazgeçilmez öğelerin den biri de insanlarla akıllı makineler arasındaki amansız savaşlardır. Matrix, Terminator serisi gibi filmlerde bu öğe bolca kullanılmıştır. Makinelerin insanların yerine göz dikeceklerini sanmıyorum, ancak bu birbiri ile entegre olmuş çok akıllı sistemlerin insanların yararına kullanılmak yerine insanların zararına kullanılmasından şüphe duyuyorum. Bu sistemler çok yakında vericililer ya da optik kablolarla birbirleri ile haberleşip bu şekilde hareket eden makine ve akıllı bilgisayarlardan oluşacak. Araba, evdeki elektrikli aletler her şey bu sistemle ortak çalışabilecek. Verimli kullanılması durumunda tıpta da olmak üzere insan hayatı üzerinde çok rahatlatıcı etkileri olacaktır; ancak çok da ters amaçlarla kullanılabilir: insanların izlenmesi, casusluk, savaş vb. Teknoloji bize iki yönlü bir seçenek sunar: atomun içindeki gücü kullanarak bilimsel buluşlarla yeni ufuklar açıp hayatımızı kolaylaştırabilir aynı zamanda da atom bombası haline gelerek insanlık tarihinin en acımasız ve affedilemez eylemlerini gerçekleştirebilir. Akıllı makine Mars'ta insansız gezerek bize olağanüstü bilgiler de verebilir, bir toplumsal eylemi bastırma aracı olarak kullanılarak insanları tehlikeli bir şekilde yaralayıp öldüredebilir..
7. GENETİK
İnsanın Tanrı'yı oynama isteği hiç bir zaman bitmeyecek, bilimsel merakı da..Bu genetik biliminin durdurulamaz hızına daha fazla ivme verecek. Yapay yiyecek üretimi, yaşlılığın geciktirilmesi, güzellik ya da başarı genlerinin keşfi, güçlülük genleri, değişik hayvan ya da bitki modelleri üretme, sentezler yaratma, yarı organik maddeler üretme vb. gibi deneyler yine iki yönlü: faydalı olacağı yönler olacağı gibi, çok tehlikeli sonuçlarda doğurabilir. Genetik mühendisliği şu aralar hükümetlerin en çok üstünde durduğu hususlardan. En çok ta kanser gibi hastalıkların tedavisi ve yiyecek sorunlarının aşılması konusunda çalışmalar yapılıyor bildiğimiz kadarı ile. Bilmediklerimiz ise hepimizi ürkütüyor..
8. SUYUN VE SU KAYNAKLARININ ETKİLİ KULLANILMASI
Yakın gelecekte artan nufüs, küresel ısınma, aşırı tüketim yüzünden su çok ciddi bir sorun haline gelecek. Aslında geldi bile; dünya nüfusu her sene artan bir oranda temiz sudan mahrum kalıyor. İnsan olarak sürekli bir bilinçsiz ve çılgın bir tüketim iştahı ile sınırlı olan dünya kaynaklarını sınırsızmış gibi tüketiyoruz. Bu da tüm dünya canlılarının en önemli yaşam kaynağı olan suyun tehlikeye girmesi demek. Suyun tehlikeye girmesi de sadece insanların değil tüm dünya canlılarının tehlikede olması demek. Yıllarca büyük kartel ve hükümetlerin inkar ettiği 'yok öyle bir şey' dedikleri küresel ısınma ve etkilerinin zorlada olsa varlığının kabul edilmesiyle insanlık biraz daha bilinçlendi, ancak bu tabii ki yetersiz. Mesela sulama yapılırken artık 'damlama' denen bir teknik kullanılıyor. Bu bile suyun daha etkili kullanılması için bir basit örnek. Teknoloji üzerinde çalışan pek çok kuruluş ve hükümet sudan daha fazla yararlanma, su havzalarını ve kaynaklarını koruma/daha etkili bir şekilde kullanma, denizden/nemden su elde etme, suyun tekrar kazanılması gibi konulara yatırım yapmış durumda. Bunu sosyal zorunluluk için yapıyorlar ve bu konuda teknolojik yatırım yapan şirket/kuruluşlarda hatırı sayılır derecede destekler veriliyor. Artık yavaş yavaş hükümetler bankalara kredi vermek yerine daha mantıklı ve toplum için geri dönüşü olan yerlere kredi vermeye başladılar. Bu da başlangıç için bir umut ışığı olarak algılanabilir.
9. HAFİF VE ESNEK METALLER/ALAŞIMLAR
Kimya sektörü çok önemli ve sürekli genişleyen bir sektör. Hızla gelişen teknolojik gelişmelere ve ihtiyaçlara göre kendini hep yenilemek zorunda. İlaç sanayindeki gelişmelerin yanı sıra kimya özellikle yakın gelecekte inşaat ,kullanılan günlük malzemeler ve otomotiv/bisiklet sektörlerinde yeni, hafif, sağlam ve esnek malzemeler üretimi ve buluşlarında ciddi atılımlar yapacak. Bunlar gerek bilinen metal veya alaşımların değişik şekilde kullanımları ya da alaşım formülleri üzerinde yapılacak yeni buluşlarla ortaya çıkacak. Bu sayede inşaatlar daha kolay yapılabilecek, mobil olabilecek, esnek ve sağlam olabilecek ve akıllı sistemlerle da rahatça kullanılabilecek. Bu özellikle çok hızlı büyüyen şehirler için kullanışlı olacak. Ayrıca çok daha dayanıklı, uzun ömürlü, kolay yapılabilen, gerektiğinde taşınabilir ve zamanla çok daha ekonomik bir sistem olarak kullanılabilecek. Daha küçük yerleşim yerleri için portatif esnek yapılar ya da ahşap benzeri malzemelerin kullanılacağını düşünebiliriz.
10. YEŞİL ŞEHİRLER
Şehirleşme ve nüfus artışı kaçınılmaz bir durum. Bu da insanların müstakil bahçeli evler yerine yüksek yapılı binalarda oturmasına neden oluyor. Şehirler kalabalık. Ancak, bu nefes alma yerleri olmaması anlamına gelmiyor. Şehirler içinde kendi yeşil alanları olan, çocuklar için parkları olan, gençler için rekreasyon alanları olan yerlerle birlikte de var olabilir; hatta olmalıdır. Ayrıca bu şehirler mümkün olduğunca yenilebilir enerji sistemleri de kullanmalıdırlar. Yeşil şehir, şehir parsellerinin en az %35''inin ortak yeşil alan olarak ayrılması, trafik içinde sadece özel amaçlı (ambulans, özel toplu araç, çocuk araçları vb-ancak hükümet araçları için kesinlikle değil) yollar olan, güneş/rüzgar enerjisini etkili şekilde kullanan ve yeraltında da gerekli ulaşım sistemini sağlayan, nefes alabilen şehirlerdir ve gelecekte olması gereken modellerdir. Burada 'yeşil şehir'den kastedilen belirli bir azınlığın yaşadığı değil, herkesin yaşadığı 'temiz' enerji kullanabilen ve doğanın da içinde olduğu şehirlerdir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)