12 Mart 2013 Salı

Şirket ve/veya Kurumlarda Psikolog olmalı mı?


'Daha birbirimizi bile anlayamazken uzayda başka bir ırkı nasıl anlayabiliriz ki?'
Stanislaw Lem (Solaris)




Sanırım insanoğlunun en önemli sıkıntılarından birisi iletişim. Teknolojide harikalar yaratıp çok kısa zamanda müthiş gelişmelere imza attığımız halde birbirimizle olan iletişimimizde ise pek yol kat ettiğimiz söylenemez. Sosyal bir canlı olarak her gün pek çok insanla iletişim içerisindeyiz. Gerek karşılıklı, gerek telefonla ya da elektronik ortamda bu iletişim durmaksızın devam ediyor. Ancak, iletişim kurmak her zaman doğru iletişim anlamına gelmiyor. İletişimdeki bu hatalar ise iletişim kazaları dediğimiz olguyu da beraberinde getiriyor. Bunun pek çok sebebi olabilir. Çoğunlukla bu kişi ile iletişim kurduğu diğer kişi arasındaki frekans bozukluğu, iletişimi kurarken yapılan yanlışlıklar, yanlış mesajlar, mesajı algılamada yada aktarmadaki hatalar olabildiği gibi kişinin kendini aktarmadaki eksikliği, iletişim kurmaya çalıştığı kişi ya da kurumla olan kültürel yada diğer farklarda olabilir. Kişinin vaktini geçirdiği en çok yer olan ve hayatını devam ettirebilmesi için de en çok gitmesi yer olan mekan iş yerleridir. Bir kişinin işinde başarılı olması, orada verimli olması, bu kişinin genel özelliklerine, eğitimine, özelliklerine bağlı olduğu gibi aynı zamanda da orada mutlu olmasına ve oradaki kişilerle ve kurumun kendisi ile olan sağlıklı iletişimine bağlıdır.

Kişi, pozisyonu ne olursa olsun, bir kurum içerisinde (okul, vakıf, şirket vb) tek başınadır. Tabii ki şirketin sahibi ya da ortağı değilse..Tek başına derken kast edilen yalnız olması değildir.  Tabii ki çalışma arkadaşları vardır, grubu vardır, pozisyonuna göre bir gücü vardır, ancak aslında orada üstüne giydiği unvanı bile ona 'ödünç' verilmiş bir unvandır ve bu kurumda aslında o kurumla beraber hareket etse de kişi olarak tek başınadır. Yani, kendi işini, insanlarla olan ilişkisini, kendi kaderini, başarısını, üst ve altlarla olan ilişkisini, sıkıntılarını, etrafından ne kadar destek alırsa alsın, kendi başına halletmek zorundadır. Özellikle bu kuruma yeni başlayan bir kişi, terfi almış ya da görevi değiştirilmiş bir kişi, özel hayatında zorluklar yaşayan bir kişi, ya da kuruma/kişilere tam adapte olamamış bir kişinin bazı sıkıntıları olabilir ve bunları kendi başına ya da bazı arkadaşları ile paylaşarak çözemeyebilir ki bu da beraberinde ruhsal sıkıntıları, depresyonu getirtebilir.. Bir yetişkin olarak, bu tarz sıkıntıların kişinin kendi başına çözmesi beklenebilir; ancak bu yanlış bir düşüncedir. Bu düşünce doğru olsaydı, toplumda bu kadar çok depresyon hastası ya da onları tedavi etmekle görevli psikolog/psikiyatrist olmazdı..Kurumlarında toplumların küçük bir modeli olduğu düşünülürse, kişinin bu tarz altından kalkmakta zorlandıkları, omları depresyona sokabilecek, iş ve özel hayatlarını etkileyen dertlerini çözmek için, kurumların da bünyelerinde birer rehberlik servisi altında, danışmanlık yapabilecek psikolog, psikiyatrist bulundurmalarının gerekmekte olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde bu işi yapan çok fazla kurum yok, ancak büyük spor klüplerinde psikolog ya da psikiyatristlerin olduğu rivayet edilmekte.

Bugün şirketler pek çok zorunlukları yerine getirmekle mükellefler. Mesela işyeri hekimi bulundurmak, risk faktörlerine göre önlemler almak, iş yeri güvenliklerini sağlamak gibi. Bu zorunluluklar işyerleri için ilave bir yük değildir; aksine kurumlara geri dönüşü olacak yatırımlardır. Bu, kurumların insanlığın yararına geçirdikleri evrimlerdir. Kimse artık zorbalık hükümlerinin sürdüğü kurumlar görmek istemiyor ki zaten bu tip kurumlarda pek ilerleme kaydedemezler.

Bugün şirketlerde kişilerin psikolojik sıkıntıları yüzünden pek çok olumsuzluklar olmaktadır. Mesela bir mobbing olayı bile başlı başına bir psikolojik vakadır. Etkili iletişim sorunu yaşayan ama çok iyi bir eleman ciddi sıkıntılar yaşıyabilir. Bulunduğu ortama uyum sorunu yaşayan çok akıllı bir çalışan da psikolojik sorunlar yüzünden işinde verimli olmaktan uzak hale gelebilir. Çeşitli sebepler yüzünden depresyona giren biri hem kendine hem de etrafına ciddi sıkıntılar yaratabilir. Bunları çözebilmek varken niçin sorunları dağ gibi yapıp altından kalkılamaz hale getirelim? Bir kişiyi sırf psikolojik sorunlarından ötürü işten çıkarmak, ya da kişinin psikolojik sorunları yüzünden başkalarının sıkıntı çekmesine seyirci kalmak çok daha ağır faturalar taşıyacaktır. Bir kişiyi kaybetmek kolay ama faturası ağır bir yüktür. Oysa bir kişiyi kazanmak zor, ama geri dönüşü çok yüksek bir yatırımdır. İşte bütün bu olumsuzlukları zamanda çözmek için kurumların bünyelerinde bir danışman/rehber niteliğinde psikolog ya da psikiyatrist bulundurmaları çok önemlidir.

Teknoloji ne kadar ilerlerse ilerlesin, kurumlarda en önemli varlık insandır. Kurumların daha verimli olmaları kendileri için çalışan kişilere verdikleri önemden gelir. Bu kurumda çalışan kişilerin eğitilmesinden başlayıp, onları kendileri ve kurum için daha verimli hale getirmek için sürekli işleyen bir süreçtir. Bu yüzden kurumların bünyelerinde calıştırdıkları kişiler için bünyelerinde bir psikolog ya da psikiyatrist bulundurmaları son derece önem arzetmektedir.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Türk İş Dünyasının en önemli sıkıntılarından biri: Asgari Ücretle çalışacak 'Vasıfsız' Eleman mı yoksa Teknik Bilgisi olan daha yüksek maaşa çalışacak Eleman mı? (ya da Meslekler üzerinden Ekonomik Eleştiri)



Çok geç kalınmış bir karar olmasına karşın yavaş yavaş yaygınlaşmaya başlayan, normal (işe yaramayan) lise yerine teknik bilgilerin verilip meslek ya da yardımcı meslek sahibi olunabilecek  'teknik' lise uygulaması neyi getirecek? Sonuçta ne kadar ekonomimiz iyi büyüme var diye övünsek de gerçeğin bu olmadığını biliyoruz değil mi? Türkiye özellikle teknolojik alt yapı konusunda dünyanın en geri ülkelerinden. Çünkü gerekli bilimsel alt yapımız yok; yani ar-ge yapacak, buluş yapacak, öncülük edecek insan tabanımız yok. Sebep, çoğunlukla ezber ve KGS tarzı sınavlara endeksli eğitim sebebi olsa da, iş dünyasının da bunda payı olduğunu görmezden gelemeyiz. Niçin mi?

İş dünyası 'piyasada gerekli teknik donanımlı eleman yok' diye sızlanır; haklıdır da zira yok değilse de azdır. Sonuçta insanların en çok rağbet ettiği işletme, satış, ekonomi gibi bölümler aslında açık konuşalım birer meslek değildirler. Üniversite okuyamayanlar ( ya da sırf mezun olmuş olmak için okuyanlar)’ın durumu daha beterdir: zira ellerinde teknik olarak kullanabilecekleri bir meslek yoktur. Sanat ve sporu saymazsak, gerçekten meslek nedir? Meslek, aslında teknik bir beceri isteyen, uzlaşma isteyen branşlardan oluşmuş bir olgudur. Doktorluk, mimarlık gibi yüksek mertebeli, mühendislik gibi yoğun teknik bilgi ve analiz gerektiren meslekler olduğu gibi, kalıpçılık, tesisatçılık, marangozluk gibi mesleklerde gerçek birer meslektirler.

Soru: Bir iş sahibi/patron olarak 'teknik bilgisi yüksek, meslek sahibi' eleman istiyorum' lafı ne kadar gerçeği yansıtıyor? Özellikle Türkiye'de..Çünkü Türkiye, ar-ge'ye, bilime gerekli alt yapı ve sermayeyi yatırmayıp, teknoloji, buluş vs.leri başka yerlerden 'ithal' ettiği için böyle bir elemana gereksimi gerçekten var mı? Böyle eleman bulduğu vakit, ona da asgari ücret mi ödenecek? (bakınız bankalarda çalışan kasiyerler). Bu durumda 'ne iş olsa yaparım' diyen ve iş dünyasında 'vasıfsız' olarak adlandırılan ve asgari ücrete razı insan ordusundan mı seçim yapılacak?

Ben diyorum ki, bir an önce iş dünyası olarak, akademisyen olarak bir Türk vatandaşı olarak bu işin uzmanlarının bir an önce elini taşın altına koyup, teknik/bilimsel alt yapı için çalışmalara başlaması ve bu işlere fon ayırması gerekir. Ben Türkiye'nin bilgi ve buluşları kopya eden, mühendislerinin orjinal metinleri ingilizce’den çevirmekten başka bir şey yapmadığı ve fason üretim üzerinden kar yapmaktan başka bir şey yapmadığı bir seviyede olmasını hazmedemiyorum. Türkiye'nin ar-ge yapabilen, bilimsel alt yapıya önem veren ve bunları kendi yaptıklarından kullanıp, 'ihraç' eden bir ülke olmasını arzu ediyorum. Eğer bu olmazsa, inşaat sektörü ve kredi ödemeleri üzerine kurulu ‘sözde iyi ve büyüyen’ ekonomimiz bir anda İspanya örneğine dönüşebilir.

Bu yüzden iş dünyasının asgari ücretle çalışan vasıfsız eleman politikası yerine, daha yüksek maaşlı teknik kapasitesi yüksek elemanlara yönelmesini ve vasıfsız elemanların yerini teknik donanımlı elemanlara dönüşmesini sağlayacak sistemlere geçmesini diliyorum. Normal ve işe yaramayan (ya da sadece ileride o işi yapacak insanların okuması kaydı ile) liseler yerine daha çok teknik ağırlıklı, mesleki yapıya yönelik, meslek-sanat-spor gibi alt bölümleri olan liselerin olmasını diliyorum. Şirketlerin de kendi elemanlarını şirket kültürü, kendi iş piyasaları, şirkette yapılan işler, teknik donanım gibi konularda eğitmelerini ve onlara yatırım yapmalarını diliyorum. İş dünyasının bir an önce maaşı az (ya da asgari ücret) olsunda ne olursa olsun mantığından kurtulup çalışan elemanlarının ileriye yönelik yatırımlar olarak değerlendirmesini diliyorum. (ara sıra da sadece çocuklarımıza okullarda zorla söyletilen Atatürk'ün meslekler hakkındaki sözlerine de kulak vermerini diliyorum)

Unutmayalım: Almanya, Japonya, ABD gibi ülkeler bu noktalara eğitime, insana, bilimi, teknolojiye yatırım yaparak ve önem vererek geldiler.


Bu bizim iş dünyası ve ekonomi olarak en önemli hedefimiz olmalıdır.